Türkiye kendi başının çaresine bakan bir ülke olmak mecburiyetinde; eğer Türkiye’nin iktisadî faaliyeti bayilik ve mümessillik yoluyla yürüyen bir düzene hapsolursa Türkiye diye bir şey kalmaz. Türkiye’nin direnebilmesi için Türkiye’ye herhangi bir siyasi çözüm dayatıldığında bunu reddedebilecek kendi iç işleyişine sahip olması gerekir. Bu iç işleyiş, mutlaka ilk planda mali alışveriş şeklinde olmayabilir; ama önce bu ülkede yaşayan insanların birbirlerine ait olduklarını kabul etmeleri lazım. Bu kendiliğinden olacak bir şey değil. Türkiye’de trafik düzeni neden iyi işlemiyor? Çünkü o direksiyondaki insanların hepsi başka direksiyondaki insanların kendisine karşı olduğunu düşünerek yaşıyor. Yani Türkiye’de insanların “Biz birbirimiz içiniz” diyecekleri bir şeyin olması lazım.
"İstiklal Marşı Türk milletinin tarihten silinişi karşısında bir duruş ve bir ısrardır.
Biz Mekke ve Medine’yi kaybettik mi, kaybetmedik mi? Kimdik biz kaybetmiş olanlar? Müslümanlardık. Öyle değil mi? Yani Mekke ve Medine’yi Araplar mı kazandı?
Kaç yüz yıl oldu ki, “Türk olsaydı Türkiye’ye bunu yapar mıydı?” sorusunu sorduran idarecilerimize alkış tutarak yaşıyoruz.
İstiklâl Marşı'nın bilinmesiyle Türkiye'nin bir mesafe kat edeceğini ya da yalnız mevcudiyetini muhafaza etmekle kalmayıp Türkiye dediğimiz ülkenin aynı zamanda dünyada itibar sahibi bir alan haline geleceğini söylüyoruz.
"Türkiye'nin varlığı, dünyada İslâmiyet'in hâla bir siyasî organizasyon ve bir askeri güç olarak mevcut olduğunun gösterilişidir.
"Bugün gelinen noktada anlaşılmıştır ki, Türkiye'de İslâmcılık doğrudan doğruya Amerika'nın başlattığı ve
"İslâm'ın dışında hiçbir iyilik yoktur. İslâm'ın içinde hiçbir kötülük yoktur"
"Nasıl Allah Rasûlü Muhammed (sav) son peygamber ise, Türkler de insanlığın son milletidir;